‘’Onların çocukları özel okullarda, plajlarda. Benim çocuğum nerede, bilmiyorum.’’
‘’Bana başını sallama, bir canım var alacaksanız onu da alın.’’
Bundan 28 yıl önceydi. Diyarbakır’da bir köy okulunda çalışırken gece yarısı kapım çalındı. Hayırdır inşallah diyerek açtım. Gelen köyün ebesiydi.’’ Nurgül benimle doğuma gelir misin’’, dedi. Gece yarısı olduğu için tek başına gidememiş. Ben 19 yaşındaydım. Mesleğimin ilk yılı idi. Ebe hanımda 21 yaşındaydı. Neyse idealist öğretmen yok diyebilir mi, diyemedim tabi. Hastanın olduğu eve vardık. Bir odada iki yer yatağının üzerinde 10 çocuk uyuyor, kadın ara salon gibi yerde kıvranıyordu. Önce ocağı yakmak için uzun süre çakmak, kibrit aradık. Sonradan aklıma geldi, rahmetli anneannem bir kadının cebinde çantasında olması gerekenler öğüdüne uyduğum için çantamda her daim bulunan çakmak. Çok sevindim ocağı yakıp tencereyle su koydum. Ebe muayenesini yaptı. ‘’Bebek doğdu doğacak, dedi. Kadıncağızı bulduğumuz eski bir şiltenin üzerine yatırdık. Neyse gerisi sağlık alanına giren işlemler ebe hanım tarafından yapıldı. Bendeniz köy çocuğuyum daha önce üç kardeşimin doğumuna uzaktan şahit olmuşluğum var, korksam da dirayetli durdum. Evde doğru dürüst malzeme yok. Bebek doğdu. Saracak kundak demiyorum dikkat edin bez bulamadım. Şaşkınlığımı ve sağa sola koşuşturmacamı anlatmıyorum bile. Eteğimin keten astarını yırttım ve bebeğe sardım. Mart ayının ilk günleriydi. Kuru bir soğuk vardı. Yine anneannemin çantanızda mutlaka olsun dediği beyaz tülbentle de bebeğin başını sardım. Kadıncağıza bir bardak şekerli su yapıp içirdim. Bir oğlu olmuştu. O acı ve yokluğun içinde, ’oğlanın adını sen koy’’ dedi. Ebe arkadaşım’ ’evet sen koy, hatta babanın adı olsun, Veysel koyalım’’ dedi. Kadın onayladı. Ben’’ olmaz’’ dedim. Ben babama çok düşkündüm.’’ İsmini koyarsam sürekli gelip takip etmem gerekir,’’ dedim. Çocuğun adını Veysel değil Faysal koyduk. Şimdi 28 yaşında olması lazım. O ailenin 11.çocuğu yokluk içinde dünyaya merhaba demişti. İşe yaramış olmanın mutluluğu ile döndük. Ebe hanım birlikte ‘’kahvaltı yapalım çok yorulduk’ ’deyip davet etti. Ebe hanımın lojmanına gittik. Mühendis abisi vardı. O da yanındaymış. Kahvaltıyı yaptık. Ben zorlu geçirdiğimiz gecenin etkisinde kalmıştım.’’ Yazık kadıncağıza 11 çocuk, nasıl bakıp büyütecekler ‘’dedim. Ebe hanım Diyarbakırlı idi. Abisi sohbete hışımla daldı. ’’Biz istiyoruz çok çocuk olmasını, bize gerilla lazım’’ dedi. ‘’Anlamadım’’, dedim. Açıkladı. O dönemde aile planlamasına hükümet büyük önem veriyor, ailelere destek sağlanıyordu. O gün anladım neden aile planlaması çalışmasının işe yaramadığını. Milletin çocuklarını kendi vatanına karşı kullanmak için dağa çıkarıyorlardı.’’ Abi nasıl böyle düşünürsün yazık değil mi fakir fukaranın çocuğuna’’ dedim. Ölsünler itler başka ne işe yarıyorlar’’, diye beni azarladı.
Velhasıl bu millet kendi çocuklarına sahip çıkmaz ise hem rızkımızı yer hem de çocuklarımızı bozuk para gibi harcamaya devam ederler.
Bugün Diyarbakır Kulp’tan bir öğrencim ‘’duyarlılığınız için teşekkür ederiz öğretmenim’’ diye yazmış.
Yıllarca o mühendis haininin cümleleri kulağımda yankılandı.
Milletimizin çocuklarına hep birlikte sahip çıkmalıyız.